TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan, Mustafa Kemal Atatürk'ün 83. ölüm yıl dönümünde soL haber portalının sorularını yanıtladı.
"1919-1923 uğrağının devrimci içeriğinden kurtulmak bugün düzen siyasetinin bütün unsurlarının ortak arzusu" diyen Okuyan, "Bu iç savaş yalnızca işgalle ilgili değil. Köhnemiş kurumların yıkılması, yerine yenilerinin kurulması… İşte bunu unutturmak istiyorlar. Osmanlı ile uzlaşma CHP’den İYİP’e bütün düzen muhalefetinin gündemindedir" ifadesini kulladı.
Bugün Türkiye’de emek-sermaye çelişkisinin her şeyin başı olduğunu ve ülkenin kurtuluşunun, sermaye sınıfının, patronların bozguna uğratılması ile gerçekleşeceğini vurgulayan Okuyan, "Mustafa Kemal'i hedef alıp bugün düzen siyasetinden umut olarak söz edenlere yönelik ise, "Bundan 100 yıl kadar önceki burjuva devrimci önderleri küçümseyip, onlara hakaret edenlerin bugün Türkiye burjuvazisinden demokrasi ve özgürlük beklemesi ne kadar acı! Tıpkı onlar da AKP gibi yüz yıl öncesine geri dönmek istiyorlar. Biz ise 100 yıl öncesindeki saflaşmada yerimizi, müttefiklerimizi biliyoruz. Devrim cephesinde kimlerin olduğunu, kimlerin karşı devrim cephesinde olduğunu…" diye konuştu.
'En fazla Osmanlı İmparatorluğu’nun ideolojik ve kurumsal mirasından uzak durmasını önemsiyorum'
Mustafa Kemal’le ilgili yıllar önce yazmış olduğunuz yazılar çok tartışıldı, hatta sizi Kemalistlikle suçlayanlar oldu. Bu yazıları kaleme alırken amacınız neydi?
Yıllar önce değil, yakın zamanda da yazdım. Türkiye’nin kritik bir kesitinde, önemli dönüşümlere önderlik eden bir tarihsel kişiye ilişkin suskunluğa gömülecek değildik herhalde. 1919’le birlikte Türkiye’de burjuva devrim sürecinin en anlamlı etabına tanık olundu. Bir önceki 1908 etabı hem Jön Türk hareketinin ileri gelenlerinin tutarsızlıkları hem iç ve dış koşullar hem de emperyalist ülkelerin sistemli çabalarıyla büyük bir trajediye evrilmişti. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkisi ve ardından gelen işgal koşullarında, Tanzimat aydınlarından Genç Osmanlılara, Jön Türklerden İttihatçılara, bütün bir devrimci birikimin heba olması söz konusu olabilirdi. Anadolu’daki direniş kuşkusuz bu birikimden yararlandı ve başarıya ulaştı. Mustafa Kemal’in buradaki rolü için çok şey söylenebilir ama ben en fazla Osmanlı İmparatorluğu’nun ideolojik ve kurumsal mirasından uzak durmasını önemsiyorum.
'Osmanlı ile uzlaşma CHP’den İYİP’e bütün düzen muhalefetinin gündemindedir'
Son dönemde bu konuyu çokça işlediniz, Kurtuluş Savaşı’nın yalnızca işgale karşı değil, Osmanlı Sarayı’na karşı başarıya ulaştığını vurguladınız. İki sorum var buna ilişkin. Birincisi Mustafa Kemal gerçekten de Saray’a karşı mıydı, yoksa buna mecbur mu kaldı? Diğer sorum ise 1919 sonrasındaki tarihsel dönemin sadece işgale karşı mücadele boyutunun öne çıkarılmasını neye bağlıyorsunuz?
İlk sorunun bir önemi var mı bilmiyorum. Zorunluluğun kavranması diyelim. Bunu herkesin kavradığı düşünülmüyor herhalde. Dikkatle bakıldığında Mustafa Kemal’in İstanbul hükümetinin Milli Mücadele’yle ilişkilenmesinin bütün kanallarını kapattığını görürüz. İngilizlerin himayesindeki Saray’ın Anadolu’da hareketin dostu olmadığı da ortada. Benim asıl üzerinde durduğum, Mustafa Kemal’in direnişin birçok aktöründen farklı olarak imparatorluğu bir biçimde yeniden ayağa kaldırma fikrine temelden karşı olmasıdır. İkinci sorunuzun yanıtıysa oldukça büyük önem taşıyor. Bugün Anadolu’daki hareketin “yabancı”ya karşı mücadeleye indirgenmesi için yürütülen çaba, dar anlamıyla AKP’nin Yeni-Osmanlıcı zihniyetine indirgenemez. 1919-1923 uğrağının devrimci içeriğinden kurtulmak bugün düzen siyasetinin bütün unsurlarının ortak arzusu. Şunu anlatmaya çalışıyorlar: Herkes işgale karşıydı, herkes elinden geleni yaptı, aradan Kemalistler sıyrıldı, otoritelerini kurdular, kendi iktidarlarını pekiştirdiler. Bu gerçeğin ters yüz edilmesidir. Bir kere herkesin işgale karşı olduğu doğru değil. Kuşkusuz Saray da rahatsızdır, koskoca mazisi olan İmparatorluğu temsil ediyorsun, en işbirlikçi kafa bile fırsatını bulsa, yabancıların himayesinde iktidarda kalmak istemez. Ancak o dönem bir iç mücadele, deyim yerindeyse iç savaş yaşanıyor. Burada taraflardan biri işgalcilerin yardımını alıyor. Bu iç savaş yalnızca işgalle ilgili değil. Köhnemiş kurumların yıkılması, yerine yenilerinin kurulması… İşte bunu unutturmak istiyorlar. Osmanlı ile uzlaşma CHP’den İYİP’e bütün düzen muhalefetinin gündemindedir.
'Biz Marksistiz ve en önemli özelliklerimizden biri tarihselci bir bakış açısına sahip olmamız'
En başa dönelim, “Kemalizm” suçlamasına… Türkiye solunda insanların birbirine yakıştırdığı sıfatları ciddiye almamak gerektiğini biliyorum ama bu konuda neler söyleyebilirsiniz?
Türkiye Komünist Partisi mi Kemalistmiş? Cumhuriyet’in tarihsel kazanımlarını vurgulamak, Mustafa Kemal Atatürk için “büyük devrimci”ydi demekle Kemalist mi olunuyor? Biz Marksistiz ve en önemli özelliklerimizden biri tarihselci bir bakış açısına sahip olmamız. Türkiye tarihinin şu ana kadarki en önemli devrimci dönüşümünün yaşandığı bir kesite sırtımızı mı döneceğiz? Burada bir ilerleme var. Kemalizm ise bugünkü Türkiye’nin 1923 referansları ile kurtulabileceğini düşünmek anlamına gelir en fazla. Bunun bir karşılığı yok. Bugün Türkiye kapitalizmin azgelişmişliğinden değil bizzat varlığından acı çekiyor. Cumhuriyet ile birlikte Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinin önündeki engellerin önemli bir bölümü kalktı ve ülkede 1919-1920 yılında hem işgal hem de geri toplumsal-siyasal yapı tarafından gölgelenip geri plana atılan emek-sermaye çelişkisi öne çıkmaya başladı. Türkiye Komünist Partisi o dönem, emeğin sesi, işçi sınıfının örgütlenmesi ve kurtuluşu için kuruldu, Anadolu’daki mücadeleye kendi perspektifinden katıldı, mücadelenin önderliğinin düşmanca tutumu ile karşılaştı ama dönemin tarihsel önemine sırtını hiç dönmedi.
'100 yıl önceki burjuva devrimci önderleri küçümseyip, bugün Türkiye burjuvazisinden demokrasi ve özgürlük bekliyorlar'
Bugün Türkiye’de emek-sermaye çelişkisi her şeyin başıdır ve ülkenin kurtuluşu, sermaye sınıfının, patronların bozguna uğratılması ile gerçekleşecektir. Bundan 100 yıl kadar önceki burjuva devrimci önderleri küçümseyip, onlara hakaret edenlerin bugün Türkiye burjuvazisinden demokrasi ve özgürlük beklemesi ne kadar acı! Tıpkı onlar da AKP gibi yüz yıl öncesine geri dönmek istiyorlar. Biz ise 100 yıl öncesindeki saflaşmada yerimizi, müttefiklerimizi biliyoruz. Devrim cephesinde kimlerin olduğunu, kimlerin karşı devrim cephesinde olduğunu…
'Onlar hata yapmazlar, onların ideolojik-siyasal varlığı bir büyük hatadır'
Türkiye’de Cumhuriyet ve Mustafa Kemal konusunda en saldırgan üsluba sahip olan bir kısım liberalin bu konuda çark etmesine ne demek gerekiyor? Hatadan mı dönüyorlar?
Onlar hata yapmazlar, onların ideolojik-siyasal varlığı bir büyük hatadır; bir büyük hatanın üzerinde konuşuyor, yazıyorlar. Aldatılmadılar geçmişte, şimdi de pişman filan değiller. Sermaye ne derse, uluslararası tekeller nereye yönelirse oraya giderler… Şimdi AKP’den uzaklaşıyorlar, AKP’siz bir AKP iktidarı için heyecanlandılar. Başka bir nedenle heyecanlanan laik duyarlılığı olan kesimlerle mecburen bir araya gelmek zorundalar. Laik duyarlılığı olanların da büyük bölümü ne yazık ki meselelerin sınıfsal boyutunu kavramaktan uzak. Hep birlikte “batıcı” bir pozisyon alacak ve Erdoğan’ın aşırılıklarından kurtulacaklar. Niyetleri bu. Liberaller bu kesimlerin beklentilerinin ne kadar azaldığını fark etti, o yüzden rahatlar. Düne kadar Mustafa Kemal’e demediğini bırakmayan bir kısım liberal saygıda kusur etmemeye başladı. İki yüzlü ve ilkesizdir onlar.
'Tarihte bütün burjuva devrimleri, kendini inkarı da içermiştir, bizimkisi bir istisna olmadı'
Türkiye’deki sorunların 1938 sonrasında başladığı düşüncesine katılır mısınız?
Katılmam. Atatürk ile İnönü arasındaki derin farklılıkları, dahası çap farkını bilmeme karşı katılmam. Biz olaylara sınıfsal açıdan bakmak durumundayız. Türkiye’de kapitalizm geliştikçe toplumsal eşitsizlikler de derinleşti ve bir noktada Cumhuriyet’in temel referanslarını kemirmeye başladı. Öte yandan, Mustafa Kemal’in daha uzun yaşaması durumunda hiçbir şeyin değişmeyeceğini söylemek de fazlasıyla mekanik bir tarih anlayışını savunmak anlamına gelir. Ben sadece ve sadece “şuraya kadar iyi, şundan sonra kötü” bakış açısını hiçbir biçimde kabul edemeyeceğimizi söylemiş oluyorum. Diyalektik düşünce bunu gerektirir. Tarihte bütün burjuva devrimleri, kendini inkarı da içermiştir, bizimkisi bir istisna olmadı.
'Önce dönemin ruhu kavranmalı'
Peki Mustafa Kemal’in Milli Mücadele’deki kişisel rolü abartılıyor mu sizce?
Kim abartıyor? Yıllarca bu ülkede iktidarlar Atatürk imgesini halka karşı kullandılar. Devrimci içeriğinden arındırılmış bir Atatürkçülükle 12 Eylül’de nasıl saldırıldığını hep birlikte gördük. Önce dönemin ruhu kavranmalı. Dönem devrimle karşı devrimin karşı karşıya gedliği bir dönem. Bütün dünya ama özellikle bizim bölgemiz için geçerli bu. Mustafa Kemal bu dönem, Anadolu’nun devrimci cephede konumlanmasında büyük bir rol üstlendi. Milli Mücadele’nin arkasındaki toplumsal kuvvetlerin, sınıf güçlerinin, halkçı örgütlenmelerin rolü ile bu “kişisel” rol birbirinin karşısına konamaz.
'İğrençler. Ne hakkınız var beyler, Nâzım Hikmet’i kâr hırsınıza alet etmeye!'
Koç grubunun yayınladığı 10 Kasım videosunu izlediniz mi bilmiyorum, Nâzım Hikmet’in bir şiirinden alıntı yapılmış…
Holdinglerin tonla para döktükleri bu türden reklam filmleri bizim ancak öfkemizi artırır. İğrençler. Ne hakkınız var beyler, Nâzım Hikmet’i kâr hırsınıza alet etmeye! Azıcık edepli olun, azıcık haddinizi bilin. Videoyu izledim, içeriksiz saçma sapan şeyler. E ne yapacak patron sınıfı, emperyalizm karşıtlığı mı, Cumhuriyetçilik mi!
'Ekrem İmamoğlu’nu da tebrik etmek gerekiyor!'
Geçtiğimiz günlerde Ekim Devrimi’nin yıldönümünde İstanbul Büyükşehir Belediyesi eski bazı Sovyet Cumhuriyetleri’nin bağımsızlık gününü kutladı. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sovyet Rusya’nın askeri-mali ve en önemlisi siyasi yardımı olmaksızın Kurtuluş Savaşı’nın başarılı olması neredeyse imkansızdı. Ekim Devrimi’nin çocuğu Sovyet iktidarı ile Ankara’daki direniş birbirini tanıdı, kolladı ve geçici de olsa müttefik gördü. Devrim olmasaydı, Rusya ile Osmanlı’nın paylaşım kavgası belki dünya savaşının ardından da sürecekti. Ankara-Moskova arasında müttefiklik olmasaydı belki Kafkasya İngiltere’nin egemenlik alanı haline gelecekti. Bağımsızlık günüymüş! Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Kırgızistan gibi eski Sovyet Cumhuriyetlerinin nasıl aile devletlerine dönüştüğü ortada. Kamu zenginliklerinin üzerine çöken bir avuç zengin ve hızla yoksullaşan halk. Birçoğunda uzun yıllar ABD üsleri faaliyet gösterdi. Bu ülkelerden insanlar çok zor koşullarda çalışmak üzere ülkelerini terk ettiler; bunların arasında çok sayıda üniversite mezunu vardı. Ekim Devrimi’nin yıl dönümünde bol bol “Turan” mesajı verilen bir toplantıya ev sahipliği yapan Ekrem İmamoğlu’nu da tebrik etmek gerekiyor. Osmanlıcılığı, İslamcılığı, Türkçülüğü ve de patronluğunu hiç geriye çekmeden, hiç gizlemeden, solcuların, laik kesimlerin, Alevilerin, Kürtlerin umudu haline gelebilmeyi becerdi ya, helal olsun!
Kaynak: (BHA) – Beyaz Haber Ajansı