Çağdaş edebiyatın genç ama güçlü kalemlerinden Ezgi Alınca, ikinci kitabı “Yaşamak’sa” ile okuru bambaşka bir yolculuğa çıkarıyor. Tanımadığı insanların hafızasında dolaşan bir kadının, dünyanın dört bir yanındaki “en kıymetli anılara” tanıklık etmesini konu alan roman; şiirsel dili, felsefi katmanları ve zekice kurgusuyla dikkat çekiyor. Kitap, okura hem derin bir duygusal bağ kurma fırsatı hem de zarif bir tebessüm bırakan satırlar sunuyor.
Yaşamak’sa, alışılmış edebi kalıpları kırarak hafızanın sınırlarını aşan bir hikâye anlatıyor. Ezgi Alınca, her bölümde okuyucuyu bambaşka bir şehirde, bambaşka bir anıya davet ederken; akıcı dili, yüksek edebi standardı ve ince mizahi dokunuşlarıyla kitabını yalnızca hüzünlü bir yolculuk olmaktan çıkarıyor. “Hayat sadece yaşadıklarımız değil, başkalarının yaşadıklarını hissedebildiklerimizdir” diyen yazar, romanında bu cümleyi ete kemiğe büründürüyor.
⸻
Ezgi Alınca Kimdir?
2003 yılında İstanbul’da doğan Ezgi Alınca, Yeditepe Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde eğitimini sürdürüyor. Şiir, felsefe ve insan ruhunun incelikleriyle beslenen yazı dili, onu çağdaş edebiyat sahnesinde farklı bir konuma taşıyor. İlk kitabı “Vagon Vagon İstanbul” ile edebiyatseverlerin ilgisini çeken Alınca, ikinci kitabı “Yaşamak’sa” ile hafızaların derinliklerine uzanan, entelektüel bir edebi evren kuruyor.
⸻
Röportaj: Ezgi Alınca ile “Yaşamak’sa” Üzerine – Hafızanın Aristokratik Bir Yolculuğu
1. “Yaşamak’sa”yı tek kelimeyle tanımlasanız, ne olurdu?
— “Merak.” Çünkü merak, hem kitapların hem medeniyetlerin yakıtıdır. Tabii, doğru soruları sorabilmek de asıl sanattır.
2. Kitaptaki kadın karakter tanımadığı insanların hafızasında dolaşıyor. Siz hangi ünlünün hafızasında gezinmek isterdiniz?
— Mozart. Ama senfonilerinin ilhamını değil, kahvesini nasıl içtiğini öğrenmek için.
3. Bu kitabı yazarken en çok zorlandığınız şey neydi?
— Zamanı ikna etmek. Çünkü hafızayla uğraşırken saat kavramı, bir aristokratın gündelik rutini kadar keyfine düşkün olabiliyor.
4. Kitabın mizahi tarafı çok anılıyor. Bu bilinçli mi gelişti?
— Hayır. Ben yazarken ciddi olmaya niyet ettim, ama kelimeler diplomasi öğrenmiş aristokratlar gibi, hafif gülümseyerek konuşmakta ısrar etti.
5. Bir gün romanınızdaki karakterle karşılaşsanız ona ne sorardınız?
— “Beni sen mi yazdın, yoksa ben mi seni?” Çünkü kimin hafızasında kimin dolaştığı konusu, entelektüel bir satranç hamlesidir.
6. Yazarlık size ne öğretti?
— Sözcüklerin, yalnızca doğru yerde değil; doğru sessizlikte de değer kazandığını. Ve evet, bazen sessizlik en iyi editördür.
7. Kitabınızı bir şarkıya dönüştürseniz hangi türde olurdu?
— Barok. Çünkü insan zihninin labirentlerini ancak Bach kadar titiz biri besteye dökebilir.
8. Okuyucudan en çok hangi tepkiyi almak istiyorsunuz?
— “Bu kitabı ikinci kez okudum ve ilkinde fark etmediğim onlarca şey buldum.” Yani, kitap bir kahve değil; iyi bir şarap gibi yıllandıkça derinleşmeli.
9. Yazma motivasyonunuzu düşüren bir şey var mı?
— Yalnızca vasat fikirler. Onlar da tıpkı kötü şarap gibi, ikinci yudumda bırakılır.
10. “Yaşamak’sa” size ne kattı?
— İnsan hafızasının, bir mücevher kasası kadar değerli olduğunu. Ve bazı anıların, tıpkı pırlantalar gibi, ışığını yalnızca doğru bakış açısıyla gösterebildiğini.
